Çözümsüzlüğün Ekonomik Mirası; Kuzey Kıbrıs’ta Tüketim Düzeni ve Siyasal Patronaj

GÜNDEM

Değerli Okurlar,

Bir önceki yazımda, kolektif çıkarların nasıl geri plana itildiğini ve bireysel kâr düzeninin toplumsal güveni nasıl aşındırdığını tartışmıştık. Bu tartışma, statükonun çözümsüzlük üzerine kurguladığı düzenin ekonomik ve toplumsal sonuçlarını görünür kılmıştı. Ancak mesele yalnızca üretimden kopuş ya da dayanışma erozyonu değildir; aynı zamanda çözümsüzlüğün toplumun gündelik yaşamına, tüketim alışkanlıklarına ve siyasal tercihlerine nasıl yön verdiğini de irdelemek gerekir.

Kuzey Kıbrıs’ta çözümsüzlük, yalnızca siyasal bir tıkanma değil; ekonomiden siyasete, toplumsal kültürden bireysel davranışlara kadar her alana sinmiş bir yöntemdir. Bugün ithalata bağımlı tüketim kültürü ile siyasal patronaj düzeni, aynı kökün farklı dallarıdır. Bir yanda kırılgan, dışa bağımlı bir ekonomi; diğer yanda kamu kaynaklarının partizanlık üzerinden dağıtıldığı bir siyaset pratiği. Bu iki alan birbirini besleyerek, halkın ortak geleceğe dair umutlarını törpüleyen bir kısır döngü yaratmaktadır.

Çözümsüzlüğün Toplumsal Çarpıklıkları: Tüketim ve Patronaj İlişkisi

Kuzey Kıbrıs’ta statükonun ürettiği çözümsüzlük, yalnızca diplomatik bir sorun değildir. Bu düzen, günlük yaşamın içine yerleşmiş, tüketim kültürünü ve siyasal ilişkileri dönüştürmüştür. İthalata bağımlı ekonomi, halkı üretimden koparmış; tüketim üzerinden kimlik kuran bir toplumsal anlayış giderek hâkim olmuştur. Bugün genç kuşakların üretimden çok tüketimle tanımlanması, zanaatkârlığın ve üretici emeğin değer kaybı, bu kültürel dönüşümün en somut göstergesidir.

Ekonomik bağımlılık, siyasal düzlemde patronaj ilişkilerini de beslemiştir. Kamu kaynaklarının eşitlikçi dağıtımı yerine, partizanlık ve yandaşlık mekanizmaları öne çıkarılmıştır. Bu yapı, siyaseti bir hizmet alanı olmaktan çıkararak bir dağıtım mekanizmasına dönüştürmüştür. Böylece bireylerin siyasal tercihlerinde, toplumsal çıkarlar yerine bireysel beklentiler belirleyici hale gelmiştir.

Tüketim kültürü ile patronaj düzeni aynı kısır döngüde buluşmaktadır: Halkın tüketim talepleri, siyasal iktidarların dağıtımcı politikalarıyla beslenmekte; bu süreç, çözümsüzlüğün devamını meşrulaştıran bir toplumsal rıza üretmektedir. Statüko böylece yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve siyasal düzeyde de yeniden üretilmektedir.

Bu tablo, Kuzey Kıbrıs toplumunun kolektif potansiyelini zayıflatmakta; bireylerin kurtuluşu kendi tüketim imkanlarına indirgemektedir. Halbuki gerçek kurtuluş, bireysel ihtiyaçların tatmininden değil, kolektif dayanışmanın ve üretim gücünün yeniden inşasından geçmektedir.

 Demokratikleşme ve Şeffaflık: Patronaj Döngüsünü Kırmak Kuzey Kıbrıs’ta tüketim kültürü ile siyasal patronaj düzeni, çözümsüzlüğün birbirini besleyen iki taşıyıcısı haline gelmiştir. Bu döngüyü kırmak, yalnızca ekonomik bir tercih değişikliğiyle değil, aynı zamanda siyasal kültürün köklü bir dönüşümüyle mümkündür.

Statükonun devamını sağlayan en güçlü unsur, bireylerin siyasal tercihlerinde sürekli aynı hataya düşmesidir. Halk, patronaj düzeninden pay alma umuduyla aynı tercihlere yöneldikçe, farklı bir sonuç beklemek mümkün değildir. Bu noktada ekopolitik ve ekososyolojik yaklaşımın en önemli katkısı, bireyin kendi bilincinden başlayarak toplumun dönüşümüne öncülük etmesidir.

Demokratikleşme, şeffaf yönetim ve hesap verebilirlik, bu dönüşümün olmazsa olmazlarıdır. Kamu kaynaklarının partizanlıkla değil, toplumsal fayda gözetilerek dağıtılması; kurumların kişisel çıkarların aracı değil, ortak yararın teminatı haline getirilmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde toplum, çözümsüzlüğün ürettiği bağımlılık ilişkilerinden kurtularak kendi geleceğini tayin etme gücünü yeniden kazanabilir.

Çözümsüzlüğün zincirlerini kırmanın yolu, her seçimde aynı tercihlerle farklı bir gelecek beklemenin imkânsızlığını kavramaktan geçer. Farklı bir gelecek için farklı tercihler yapmak gerekir. Bu da yalnızca siyasal düzlemde değil, toplumsal bilinçte de köklü bir değişim demektir.

Çözümsüzlüğün Zincirlerini Kırmak

Kuzey Kıbrıs’ın son kırk yılına baktığımızda, çözümsüzlüğün yalnızca diplomatik bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal yaşamın her alanına işlemiş bir yöntem olduğunu görmek mümkündür. Tüketim kültürü, patronaj ilişkileri ve statükocu siyasal tercihler, bu dönemin en belirgin mirası olmuştur. Bugün yaşanan hayat pahalılığı, işsizlik, güvensizlik ve toplumsal erozyon; bu zincirin halkalarıdır.

Bir siyaset bilimci olarak gözlemim şudur; Toplum, aynı siyasal tercihlerde ısrar ederek farklı bir sonuç beklemektedir. Bu tercihler statükoyu yeniden üretmekten başka bir şeye hizmet etmemektedir. Çözümsüzlüğün zincirlerini kırmanın ilk adımı, bu gerçeği kavramak ve farklı bir gelecek için farklı tercihler yapabilmektir.

Ekopolitik ve ekososyolojik yaklaşımın özü de buradadır: Bireyin bilinçlenmesi, toplumsal dayanışmanın yeniden inşası ve siyasal alanın şeffaf, adil ve hesap verebilir hale getirilmesi. Ancak bu şekilde toplum, kırılganlıktan kurtulup kendi geleceğini tayin etme gücünü kazanabilir.

Bugün Kuzey Kıbrıs için en büyük ihtiyaç, bireysel kâr arayışını aşarak kolektif çıkarı, dayanışmayı ve ortak yararı önceleyen bir toplumsal yönelimdir. Statükonun ve çözümsüzlüğün dayattığı zincirler, ancak bu bilinçle kırılabilir.

Mahmut Kanber
Siyaset Bilimci / Yazar mahmutkanber@hotmail.com

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.