Değerli okurlar, Sizlerle bu yazıda yalnızca ekonomik göstergeleri değil, bu göstergelerin ardındaki siyasal tercihleri, toplumsal bedelleri ve yapısal çarpıklıkları birlikte ele almak istiyorum. Siyaset bilimci bir yazar olarak yalnızca olaylara değil, bu olayların ardındaki sistematik tercihlere; yalnızca sonuçlara değil, bu sonuçları doğuran ilişkiler ağına bakmak gerektiğine inanıyorum. Bu yazıyı da, kalkınma adı altında yürütülen ekonomik politikaların toplumsal refah mı yoksa siyasal rant mı ürettiği sorusuyla şekillendirdim.
Yöntem olarak klasik bir iktisadi analizden ziyade, ekopolitik bir yaklaşımla meseleyi değerlendiriyorum. Yani, ekonomik kararların aslında siyasal sonuçlar doğurduğu; siyasal yapıların ise ekonomik kaynaklara erişimi eşitsiz biçimde organize ettiği gerçeğinden hareket ediyorum. Kuzey Kıbrıs bağlamında bu yapının ne kadar derinleştiği ve toplumsal yapıyı nasıl dönüştürdüğü üzerine düşünmeye sizleri davet ediyorum.
Kalkınma Söyleminin Perdesi.İnşaat ve İmtiyazlı Sınıflar
Kuzey Kıbrıs’ta yıllardır sürdürülen kalkınma politikaları, büyük ölçüde inşaat sektörü, otelcilik, kumar ve özel yükseköğretim etrafında dönmektedir. Bu sektörler büyürken, emek, tarım, çevre ve sosyal devlet politikaları küçülmektedir. Bu durum bir tesadüf değil, siyasal bir tercihtir. Çünkü ekonomik büyüme yalnızca rakamsal değildir; kimin için, nasıl ve ne pahasına büyüdüğü önemlidir.
Gelişme adı verilen bu süreçte kamusal alanlar özelleştirilmiş, sahiller, tarım arazileri ve kent merkezleri sermayeye açılmış, doğa tahrip edilmiş, halk ise ucuz işgücü, geçim sıkıntısı ve güvencesizlikle baş başa bırakılmıştır. Sermaye ile siyaset arasındaki geçirgenlik; karar alma süreçlerinin halk yararına değil, ayrıcalıklı kesimlerin lehine şekillendiğini göstermektedir.
Bu yapının ekonomik hacmi arttıkça, siyaseti belirleyen etkisi de büyümüş; ancak bu büyüme, kontrolsüzlükle ve kamusal denetimin zayıflığıyla birleşince toplumsal yaşamda ciddi kırılmalar yaratmıştır. Özellikle yabancı sermayenin niteliksiz, kısa vadeli ve çoğu zaman spekülatif biçimde ülkeye yönelmesi, hem emlak fiyatlarını hem yaşam maliyetini dramatik biçimde artırmıştır. Bu durum, genç nüfusun konut erişimini imkânsızlaştırmakta, küçük üreticiyi tasfiye etmekte ve toplumsal tabakalaşmayı derinleştirmektedir.
Ayrıca, bu sektörlerin ekonomik büyüklükleri göz önüne alındığında, yarattıkları istihdamın düşük nitelikli ve güvencesiz olması, sosyal güvenlik sisteminde kırılmalara neden olmaktadır. Yatırım adı altında sunulan bu yapılar, uzun vadeli kalkınma yerine kısa vadeli kârları esas alan, toplumun ortak değerlerini aşındıran bir döngüye dönüşmüştür.
Kalkınma yerine yüksek rantlı sömürü alanları oluşturan bu sektörler, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve siyasal alanlarda da tahakküm kurmaya başlamıştır. Yabancı yatırımcılar karşısında halkın kolektif iradesi zayıflarken, karar alma süreçleri daha da merkeziyetçileşmiş, planlama ve yönetişim halktan uzaklaştırılmıştır.
Tüm bu gelişmeler, siyasal meşruiyetin hangi temeller üzerine inşa edildiği sorusunu kaçınılmaz biçimde gündeme getirmektedir.
Siyasal Meşruiyet Rant Üzerinden Kuruluyor
Bugün Kuzey Kıbrıs’ta siyasal iktidarın en önemli meşruiyet kaynağı, kalkınma söylemini bir araç olarak kullanmasıdır. Her yeni proje, her yeni yapı, toplumun gözünde bir gelişmişlik işareti gibi sunulmakta; oysa bu yapıların büyük kısmı, toplumun çoğunluğuna değil, belirli gruplara kazanç sağlamaktadır. Bu da “halk için devlet” ilkesini “devletin halk üzerindeki tahakkümü”ne dönüştürmektedir.
Üstelik bu yapı yalnızca bugünü değil, geleceği de ipotek altına almaktadır. Kamu borçları, çevre tahribatı, artan eşitsizlik ve gençlerin umutsuzluğu, sistemin sürdürülemezliğini göstermektedir. Kalkınmanın eşitlikten ve adaletten uzak biçimi, toplumsal bağları zayıflatmakta, yurttaşlık bilincini aşındırmaktadır.
Eleştiri, Dönüşüm ve Toplumsal Sorumluluk
Bu yazı bir suçlama değil, bir yüzleşme çağrısıdır. Kalkınmanın kimin yararına olduğunu sorgulamak, yalnızca akademik değil, ahlaki ve toplumsal bir sorumluluktur. Kuzey Kıbrıs’ta kalkınma adı altında yürütülen politikaların kimleri dışladığını, hangi değerleri erozyona uğrattığını görmeden ne gerçek demokrasi ne de adil bir gelir dağılımı mümkün olabilir.
Bugün karşı karşıya kaldığımız tablo, yalnızca ekonomik eşitsizliklerin bir sonucu değil; aynı zamanda ekopolitik düşünce eksikliğinin kurumsallaşmış bir krizidir. Devletin ekonomiyle kurduğu ilişki, kamu yararı yerine ayrıcalıklı çıkar gruplarının lehine şekillenmekte; bu durum katılımcı yönetişim ilkelerini zayıflatmakta, planlama süreçlerini teknik olmaktan çıkarıp siyasal sadakat eksenine oturtmaktadır.
Bu eksiklik, sadece kaynakların adaletsiz dağılımına değil, aynı zamanda toplumun siyasal karar alma mekanizmalarına olan güveninin çöküşüne neden olmaktadır. Otorite, meşruiyetini toplumsal fayda üretmekten değil; ekonomik gücü elinde tutanlarla kurduğu ilişkilere dayandırdıkça, halkın kamusal kararlara katılımı da giderek biçimselleşmekte, demokratik yönetişim yerini “görünür demokrasi”ye bırakmaktadır.
Bu çerçevede, ekopolitik yaklaşımı yalnızca eleştiri aracı olarak değil, aynı zamanda yeni bir siyasal tahayyülün temel unsuru olarak görmek zorundayız. Bu yazı, hem mevcut düzenin eleştirisi hem de toplumsal dönüşümün başlangıç noktası olarak okunmalıdır. Devam eden çalışmalarda bu mesele, katılımcı bütçe modelleri, yerel yönetimlerin kalkınmadaki rolü, kamusal planlama ile çevresel adaletin kesişimi gibi konularla daha derinlikli biçimde işlenecek; ekopolitik düşüncenin Kuzey Kıbrıs’a özgü bir kuramsal çerçevesi tartışmaya açılacaktır.
Ekonomik büyüme, halkı yoksullaştırarak değil; eşitlik, üretkenlik ve toplumsal katılımla inşa edilmelidir. Bu ise siyasal bir irade ve halkın kolektif farkındalığıyla mümkündür.
Saygı ve umutla.
Bu yazıda ortaya konan analiz, bir sonraki yazıda; Ekonomik milliyetçilik, yabancı yatırım denetimi ve toplumsal konut politikaları çerçevesinde derinleştirilecektir. Özellikle Kuzey Kıbrıs’ın yapısal bağımlılık ilişkileri, kamusal denetim eksiklikleri ve toplumun konut hakkı gibi temalar, yeni bir kuramsal ve siyasal değerlendirme zemininde tartışmaya açılacaktır.