Kuzey Kıbrıs’ta kamu maliyesi çoğu zaman teknik bir mesele gibi ele alınsa da, bu alandaki kırılganlıklar doğrudan yönetsel kapasite, siyasal bağımsızlık ve toplumsal refahla ilgilidir. Kamu bütçesinin sürdürülebilirliği yalnızca gelir-gider dengesiyle değil, karar alma süreçlerinin niteliğiyle de doğrudan ilişkilidir.
Uzun süredir Türkiye ile imzalanan ekonomik protokoller çerçevesinde dış kaynaklarla sürdürülen kamu harcamaları, yapısal bir bağımlılık ilişkisine dönüşmüş durumda. Bu protokoller, yerel siyasetin hareket alanını ciddi biçimde daraltmaktadır.
Dış kaynak kullanımı başlı başına bir sorun değildir. Ancak bu kaynaklar içeride planlama, toplumsal yarar ve şeffaflıkla yönetilmediğinde, zamanla ekonomik destek olmaktan çıkar; karar alma süreçlerini belirleyen bir araca dönüşür.
Kamunun işleyişi açısından dış finansman, mali rahatlık değil, çoğu zaman yönetsel esneklik kaybı yaratır. Sorun, dış kaynak değil, bu kaynağın nasıl ve kimin adına kullanıldığıdır.
Kısa vadeli siyasi kazanımlar uğruna yapılan aflar, popülist istihdamlar, denetimsiz sosyal yardımlar Kuzey Kıbrıs’ın mali yapısını daha da kırılgan hale getiriyor. Planlamaya dayanmayan bu uygulamalar, hem bütçeyi zorluyor hem de uzun vadeli kamusal yatırımların önünü tıkıyor.
Bu tablo sadece iktidarın tercihlerinden kaynaklanmıyor. Muhalefetin yetersizliği ve sessizliği de yapısal sorunların sürmesine zemin hazırlıyor. Siyasal tartışmalar yüzeyde kalıyor, somut politika önerileri eksik kalıyor.
Dış kaynak, içeride güçlü ve halkçı bir kamu yönetimiyle anlam kazanabilir. Aksi halde siyasal kararlar, halkın değil protokollerin ihtiyaçlarına göre şekillenir. Bu ise toplumsal güveni ve kamu otoritesini zedeler.
Mali bağımlılık, zamanla siyasal öznenin zayıflamasına yol açar. Bu noktada çözüm, dış yardımı tümden reddetmek değil; halk yararına, hesap verebilir ve planlı bir şekilde kullanmaktır. Aynı zamanda kendi mali kapasitesini artıran, gelir tabanını genişleten bir yapıya geçiş zorunludur.
Yönetsel özerklik yalnızca anayasal metinlerde değil, uygulamada ve mali planlamada anlam kazanır. Bu da siyasal irade, toplumsal bilinç ve kurumsal sorumlulukla mümkündür.
Maliye Politikası Vardır, Kalkınma Başkadır
Kuzey Kıbrıs’ta bugün uygulanan maliye politikaları; yalnızca bütçe dengesi sağlamaya, dış kaynakla açık kapatmaya ve mevcut yapıyı idare etmeye odaklanmaktadır. Ancak bu, kalkınma değildir.
Kalkınma, üretim ekonomisinin geliştiği, toplumsal refahın genişlediği, eşitliğin ve fırsatların toplum geneline yayıldığı bir süreçtir. Borçsuz bütçe ya da maaş ödemesi bunun yerine geçemez.
Oysa bugün maliye politikaları bu hedeflerden uzaktır. Yol, kaldırım ve bina yatırımlarıyla kalkınıldığı sanılan bu düzende; tarımın çökmesi, küçük üreticinin rekabet gücünü kaybetmesi, gençlerin yurtdışında gelecek araması, sağlığın ve eğitimin niteliksizleşmesi hep aynı yapısal tercihin sonucudur.
Ekonomi politik açısından bakıldığında, kamu bütçesi kimin yararına kullanılıyor sorusu önemlidir. Bankacılık sektörü desteklenirken çiftçi borç içinde, kamu yatırımı adı altında rant projeleri yükselirken genç işsizliğin büyümesi bir tesadüf değildir.
Bu tercihler, sadece ekonomik değil siyasal kararlardır. Kaynak tahsisi iktidar politikasıdır. Kime, ne için ve nasıl harcandığı; hangi sınıfın, hangi çıkarın ve hangi siyasal aklın önceliklendirildiğini gösterir.
Bugün Kuzey Kıbrıs’ta uygulanan maliye politikaları, geniş halk kesimlerinin ihtiyaçlarını değil; dışa bağımlılığı kurumsallaştıran, yerel siyasal yapılarla dış odaklar arasındaki çıkar ittifaklarını önceleyen bir yönelimi temsil etmektedir.
Siyasi muhalefetin bu tablo karşısında güçlü bir karşı argüman geliştirememesi, yapısal sorunları daha da kökleştirmektedir. Oysa maliye politikası sadece teknik değil; sınıfsal, toplumsal ve siyasal bir meseledir.
Peki, bu kırılgan yapının altında ezilen halk kesimleri, sosyal adaletsizlik karşısında nasıl bir direnç gösterebilir?
Bir sonraki yazıda, gelir eşitsizliğinin yapısal nedenlerini ve sınıfsal dengesizliklerin siyasal sonuçlarını birlikte tartışacağız.