banner31
banner6
banner1

Kalkınmanın Siyasal Kodları: Kimlik, Eşitsizlik ve Yapısal Dışlanma

10 Ekim 2025 Cuma 09:37
19 Okunma
Kalkınmanın Siyasal Kodları: Kimlik, Eşitsizlik ve Yapısal Dışlanma

Değerli Okurlar,

Bu çalışma, kalkınmayı yalnızca ekonomik büyüme oranlarıyla değil; demokratik gelişme, toplumsal eşitlik ve siyasal bağımsızlıkla birlikte değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Çünkü kalkınma, tek başına bir ekonomik istatistik değil; toplumun refahını, adalet duygusunu ve yönetime katılımını da içeren çok boyutlu bir süreçtir.
Kuzey Kıbrıs’ta bu süreç, yalnızca mali göstergelerle değil, siyasal statünün yarattığı yapısal kısıtlar ve çözüm sürecindeki belirsizliklerin gölgesinde şekillenmektedir.

Bir siyaset bilimci ve saha tecrübesine sahip bir yazar olarak, yıllardır ekonomik, siyasal ve toplumsal alanlarda yürüttüğüm  çalışmalar,gözlemler, bana kalkınmanın yalnızca rakamlarla değil, insan ve toplum merkezli politikalarla sürdürülebileceğini göstermiştir.
Bu nedenle bu değerlendirme, bilimsel gerçeklik ile sahadaki yaşanmışlığın kesiştiği bir bakış açısıyla kaleme alınmıştır.

Kalkınma, yalnızca ekonomik göstergelerle açıklanabilecek bir olgu değildir. Demokrasi, toplumsal adalet, üretim kültürü ve siyasal istikrar, kalkınmanın tamamlayıcı unsurlarıdır.

Kıbrıs’taki çözümsüzlük, ekonomik bağımlılığın ve kurumsal kırılganlığın en belirleyici kaynağı haline gelmiştir. Uluslararası tanınmamışlık, üretim kapasitesinin sınırlılığı ve dış yardımlara dayalı bütçe yapısı, ülkenin kalkınma stratejilerini dışsal etkilerle şekillenen bir bağımlılık döngüsüne mahkûm etmektedir. Ancak bu dışsal faktörlerin etkisini derinleştiren unsur, içsel siyasal tercihlerdeki vizyonsuzluk ve toplumsal önceliklerin geri plana itilmesidir.

Kalkınmanın yalnızca ekonomik büyümeyle ölçüldüğü dönemler geride kalmıştır. Günümüzde kalkınma, sosyoekonomik politikaların, adil gelir dağılımının, güçlü kurumların ve katılımcı demokrasinin birlikteliğiyle anlam kazanmaktadır. Oysa Kuzey Kıbrıs’ta neoliberal politikalar, toplumsal refahı piyasa mekanizmalarına terk ederken, sosyal devletin yeniden inşası yönündeki adımlar sistematik biçimde ertelenmiştir. Eğitim, sağlık ve istihdam politikalarının piyasa mantığına göre biçimlenmesi, toplumun geniş kesimlerini dışlayıcı bir yapıya sürüklemektedir.

Bu noktada temel sorumuz şudur:
Kalkınma kimin için, hangi değerler adına ve hangi siyasal hedeflerle yürütülmektedir?
Eğer kalkınma süreci, halkın iradesi ve toplumsal adalet hedefiyle bütünleşmiyorsa; o zaman bu süreç “büyüme” olarak kalır, “gelişme” olamaz. Gelişme, yalnızca gelir artışı değil; insanın yaşam kalitesinin yükselmesi, eşit fırsatların sağlanması ve toplumsal güven duygusunun güçlenmesi demektir.

Dolayısıyla bu değerlendirme, ulusal düzeydeki içsel siyasal tercihler ile uluslararası düzeydeki dışsal baskıların birleştiği bir kalkınma modelinin eleştirisini içermektedir. Kuzey Kıbrıs örneği bize kalkınmanın yalnızca ekonomik değil; politik, toplumsal ve etik bir mesele olduğunu bir kez daha hatırlatmaktadır.

Kalkınmanın Ekopolitik Gerilimi: Bağımlılık, Sermaye ve Siyasal Meşruiyet

Kalkınmanın ekonomik göstergelere indirgenmesi, aslında siyasal bir tercihin sonucudur. Ekopolitik düzlemde kalkınma, yalnızca üretim kapasitesinin artırılması değil; sermayenin kimler tarafından, hangi amaçlarla ve hangi kurumsal çerçevede yönlendirildiğiyle ilgilidir. Kuzey Kıbrıs’ta ekonomik büyümenin niteliği bu açıdan sorgulanmalıdır; zira büyüme göstergeleri artarken gelir adaletsizliği, sermaye yoğunlaşması ve kurumsal bağımlılık da derinleşmektedir.

Kuzey Kıbrıs’ın ekonomik yapısı, büyük ölçüde Türkiye ile imzalanan mali protokollerin yönlendirdiği bir “bağımlı kalkınma modeli” üzerinde şekillenmektedir. Bu protokoller, bütçe açığının kapatılmasını ve mali disiplinin sağlanmasını hedeflerken, gerçekte kamu hizmetlerinin daralmasına, özelleştirme baskısının artmasına ve kamusal alanın sermayeye devredilmesine yol açmaktadır. Böylece devletin düzenleyici rolü zayıflarken, piyasa aktörleri siyasal karar süreçlerinde daha belirleyici hâle gelmektedir. Bu durum, iktidarın ekonomik sermaye karşısında özerkliğini yitirmesi anlamına gelmektedir.

Bu tabloyu yalnızca dışsal bir dayatma olarak okumak yetersizdir. Çünkü içsel siyasal tercihler de bu bağımlılığı yeniden üretmektedir. Hükümetler değişse de kalkınma anlayışındaki dönüşüm kurumsal düzeyde sürdürülebilir hale gelmemekte; kısa vadeli ekonomik rahatlamalar, uzun vadeli yapısal reformların önüne geçmektedir. Böylece değişimle birlikte gelen düzelmeler kurumsallaşamadığı için, statüko halkı öncelemeyen ekonomik düzeni yeniden üretmektedir.

Gelir eşitsizliği bu sürecin en görünür sonucudur. Sermaye birikimi belirli gruplarda yoğunlaşırken, geniş halk kesimleri düşük ücretli ve güvencesiz işlere mahkûm edilmektedir. Bu durum yalnızca ekonomik bir problem değil; siyasal temsiliyetin sınıfsal biçimde şekillenmesi anlamına da gelmektedir. Ekonomik ayrıcalık, siyasal erişim gücünü belirlemekte; sermaye sahipleri karar alma mekanizmalarına doğrudan etki ederken halkın sesi bürokratik katmanlar arasında kaybolmaktadır.

Bu noktada ekopolitik gerçeklik açıktır: ekonomik bağımlılık, siyasal bağımlılığa dönüşmektedir. Kalkınma, toplumun refahını artırmak yerine, iktidarın ve sermaye çevrelerinin çıkarlarını koruyan bir meşruiyet aracına dönüşmektedir. Bu mekanizma halkın ekonomik özne olma potansiyelini bastırmakta; demokratik katılımı ekonomik bağımlılığın sınırları içine hapsetmektedir.

Kıbrıs’ın özgül koşullarında bu durum, çözüm sürecinin tıkanmışlığıyla birleştiğinde çok katmanlı bir kriz doğurmaktadır: siyasal tanınmamışlık, ekonomik bağımlılık ve toplumsal eşitsizlik birbirini besleyen döngüler hâline gelmektedir. Bu döngü, hem ekonomik kararların hem de siyasal vizyonun dar bir çerçeveye sıkışmasına neden olmaktadır. Halkın talepleri, piyasa disiplininin “uygunluk testinden” geçemediği için kalkınma politikaları toplumsal ihtiyaçlardan giderek kopmaktadır.

Ekopolitik açıdan bakıldığında, kalkınmanın yalnızca sermaye birikimi değil; aynı zamanda iktidar ilişkilerinin yeniden üretimi olduğu görülmektedir. Sermaye sınıfı, siyasal elitlerle kurduğu simbiyotik ilişki sayesinde hem ekonomik hem politik alanı kontrol etmektedir. Bu yapı, “neoliberal kalkınma” adı altında gelir adaletsizliğini meşrulaştırmakta; yoksulluğu “bireysel başarısızlık” olarak tanımlamaktadır. Oysa gerçekte bu yoksulluk, yapısal bir dışlanmanın ürünüdür.

Kalkınmanın Sosyal Anatomisi: Eşitsizlik, Göç ve Kurumsal Çöküntü

Kuzey Kıbrıs’ta kalkınma, uzun süredir ekonomik istatistiklerin arkasına gizlenmiş bir sosyal çöküntü gerçeği taşımaktadır. Gelir adaletsizliği yalnızca ekonomik bir uçurumu değil; aynı zamanda sosyal yurttaşlık hakkının erozyonunu da temsil etmektedir. Eğitim ve sağlık gibi kamusal hizmetlerin ticarileşmesi, toplumsal eşitliği ortadan kaldırmakta; bireylerin temel hakları piyasa koşullarına tabi hâle gelmektedir. Bu durum, yurttaşlık bilincini zayıflatmakta, toplumsal dayanışmanın yerini bireysel rekabet almaktadır.

Genç kuşakların büyük bir bölümü, ekonomik fırsat eşitsizliği ve güvencesizlik nedeniyle göç etmeyi tercih etmektedir. Bu göç dalgası yalnızca iş gücü kaybı değil; aynı zamanda kolektif hafızanın zedelenmesi anlamına gelmektedir. Toplumun geleceğini inşa edecek kuşaklar, artık bu adada kendilerine yer bulamamaktadır. Bu tablo, kalkınmanın yalnızca sermaye birikimiyle ölçülemeyeceğini; sosyal adalet ve eşitlik olmadan sürdürülebilir kalkınmanın mümkün olmadığını göstermektedir.

Kurumsal çöküntü de bu sürecin bir diğer yansımasıdır. Kamu yönetimi planlı kalkınma politikalarından uzaklaştıkça, karar alma süreçleri kısa vadeli siyasi hesaplara teslim olmaktadır. Ekonomik kaynakların verimli dağıtımı yerine siyasal sadakat ilişkileri belirleyici hâle gelmiştir. Böylece toplumsal refah değil, iktidarın devamlılığı “kalkınma hedefi” haline gelmiştir.

Bu tablo, Kuzey Kıbrıs’ta kalkınmanın yalnızca ekonomik bir mesele değil; toplumsal meşruiyetin yeniden inşası sorunu olduğunu göstermektedir. Gerçek kalkınma, sermaye birikimiyle değil; sosyal adalet, demokratik katılım ve kamusal eşitlikle mümkündür.

Siyasal Yansımalar: Demokrasi, Meşruiyet ve Halkın Özneleşmesi

Kuzey Kıbrıs’ta kalkınmanın yalnızca ekonomik değil; aynı zamanda siyasal bir mesele olduğu artık yadsınamaz bir gerçektir. Ekonomik bağımlılık zamanla siyasal bağımlılığın da altyapısını oluşturmuş; karar alma süreçleri dışsal protokoller ve içsel çıkar ilişkileriyle örülmüştür. Bu durum, demokratik temsilin içini boşaltmış; siyaset “yönetme sanatı” olmaktan çıkarak kaynak dağıtımının aracı hâline gelmiştir. Halkın iradesi, kurumsal zayıflıklar ve dışsal baskılar arasında sıkışmış; kalkınma politikaları halkın ihtiyaçlarından çok sermayenin beklentilerine göre şekillenmiştir.

Neoliberal dönüşümün en kalıcı etkisi, demokrasinin ticarileşmesidir. Siyasi partiler ekonomik destek ağlarına bağımlı hâle gelirken, yurttaşın sesi giderek kısılmıştır. Bu süreçte statüko, değişmez bir gerçeklik olarak topluma dayatılmış; halk kendi geleceğini belirleme hakkını kullanamayan bir izleyici konumuna itilmiştir. Oysa kalkınma, yalnızca ekonomik büyüme değil; aynı zamanda özgürleşmenin kurumsallaşmasıdır. Demokrasi, sermayenin değil; yurttaşın iradesiyle yön bulmalıdır.

Bugün gelinen noktada, statükonun yarım asrı aşan etkisi yalnızca ekonomik eşitsizliklerle değil; toplumsal umutsuzlukla da ölçülmektedir. Ancak bu tablo değişebilir. Değişim, dışsal reçetelerle değil; kolektif hafızanın yeniden uyanışıyla mümkündür. Halkın kendi kaderine yeniden sahip çıkması, toplumsal dayanışmanın güçlenmesi ve refahın adil paylaşımı, bu dönüşümün temel taşlarıdır.

Gerçek kalkınma, halkın özneleştiği; siyasetin yeniden toplumsal faydaya yöneldiği bir düzende mümkündür. Kuzey Kıbrıs’ın geleceği, sermaye bağımlılığını yeniden üretmekte değil; sosyal adalet ve demokratik katılımı kurumsallaştırmakta yatmaktadır.

Değerli okurlar, bu tartışmayı büyütmek yalnızca bir ekonomik yönelim değil; ortak geleceğimizi yeniden inşa etme iradesidir. Kalkınma ve demokrasi, birbirini dışlayan değil; birbirini var eden iki değerdir. Bugün bu dengeyi kurmak, halkın hafızasında biriken adalet talebini siyasete taşımak her birimizin sorumluluğudur.

Mahmut Kanber
Siyaset Bilimci, Yazar

Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
banner14

banner52